6 Mart 2016 Pazar

Safranbolu Gezi Notları


Biz sıklıkla, imkan bulduğumuz vakitlerde, hafta sonlarımızı İstanbul'un trafiğinde ve keşmekeşinde geçirmektense, aynı bütçe ile yakınlarımızda, görmediğimiz yerlere gidip oraları keşfetmeyi tercih ediyoruz. Yine böyle bir gezi için haftaiçinden planımızı yapıp arkadaşlarımızla Safranbolu'ya gitmeye karar vermiştik. Ben çok küçükken Safranbolu'ya gitmiş olsam da anılarım çok bulanık olduğundan, ve bembeyaz kar örtüsü dışında başka birşey hatırlayamadığımdan, Safranbolu fikrine hemen katıldım. İnternette yaptığım birkaç araştırma sonrası kompakt bir tur planı çıkarttım ve haftasonu için bize kalan tek şey valizlerimizi hazırlamak oldu.

Safranbolu'ya gidip de konakta kalmasak olmazdı; biz de seçimimizi merkezdeki Zalifre Konakları'ndan yana kullandık. Yalnız merkezde kendilerinin hem bir oteli hem de konağı olduğundan rezervasyonlarınızda, konağı tercih etmenizi öneriyorum. Konağın o antik dokusu, odalarının ve genel dekorasyonunun eskiye sadık kalınarak tasarlanmış olması ve huzur dolu bahçesi ile memnun kalacağınızdan hiç şüphem yok. Özellikle temiz, bakımlı ve servis açısından güleryüzlü hizmet alacağınızdan kuşkunuz olmasın. Bahçenin keyfini de çıkarmak isterseniz ve gezilecek yerlerde rahat rahat dolaşmak isterseniz mevsim olarak baharı tercih etmenizi öneriyorum. Kışın da kar yüzünden Safranbolu'nun ayrı bir fotoğrafik güzelliği olsa da yine de az sonra bahsedeceğim mekanları gezmek istiyorsanız en iyi mevsim bahardır.







Cumartesi sabahı erkenden yola çıkıp Safranbolu'ya ulaştık. Konağın önüne vardığımızda konağın kapalı olduğunu gördük ve ilk işimiz oteli aramak oldu. Otel yetkilileri bizden bir yarım saat rica ettiler ve biz de bu süreyi turumuzun ilk durağı olan Hıdırlık Tepesi'nde değerlendirmeye karar verdik. Yolun yorgunluğunu şehri yukarıdan seyredip çaylarımızı yudumlayarak atmak istedik. Aynı zamanda Safranbolu'nun o eşsiz manzarasını fotoğraflamak için de en uygun yerdi. Biz de kendimizi fotoğraf çekerken bir süre kaybettik diyebilirim. Sonra da tepede yer alan kır kahvesinde Safranbolu'ya gelip de tatmadan dönmemeniz gereken meşhur Bağlar Gazozu'ndan sipariş ettik. Tabii onun dışında türk kahvelerimizi içmeyi de ihmal etmedik :) Kahvenin yanında getirdikleri şerbetin tadı da enfesti. Sırf o şerbet için kahve ısmarlamaya değer diye düşünüyorum :) Hıdırlık Tepesindeki turumuzu bitirdikten sonra geri konağımıza dönüp valizlerimizi odalarımıza yerleştirdik. Otelde konaklıyor gibi değil de, sanki köye kendi evimize gelmiş gibi hissettim.





Konağa yerleşip orada da biraz soluklandıktan sonra rotamızı ikinci durağımız olan Bulak Mencilis Mağarası'na doğru çeviriyoruz. Mağaraya 150 kadar basamaklı bir merdivenden çıkıp ulaşıyorsunuz. Gözünüz korkmasın; hem fotoğraf çekip hem de yavaş yavaş çıkabileceğiniz bir diklikte bu merdivenler. Sonra mağaranın girişine ulaşıyorsunuz. Burada özellikle çocuklu aileler için tavsiyem mevsim ne olursa olsun hem kendiniz hem de çocuğunuz için yanınızda muhakkak uzun kollu bir üst bulundurmanız. Çünkü mağaranın içi daha girişinden başlayarak çok soğuk ve mağaranın içlerine doğru ilerledikçe hava kendini dondurucu soğuğa bırakıyor. Onun için de mağara turumuzun daha ilk metrelerinde eşim ve kızım geri dönmek zorunda kalmışlardı. Bense soğuğu çok sevdiğimden ve merdivenleri çıkarken inanılmaz derecede sıcakladığımdan mağarayı bayıla bayıla gezdim ama sonucu mide üşütmesi olarak bana geri döndü :) Mağara içerisinde 65-200 milyon yıllık damlataş, sarkıt, dikit ve sütunlar sizi büyüleyecek. Mağara aslında toplamda 6 km olsa da şu an için mağaranın sadece 400 metresi gezilebiliyor.



Mağara turumuzu da bitirdikten sonra yakınlarımızda yer alan İncekaya Su Kemeri ve Kristal Teras'a doğru hareket ettik. İncekaya Su Kemeri, Tokatlı Kanyonu'nda hemen sol tarafınızda kalıyor. Ama itiraf etmem gerekir ki ben Tokatlı Kanyonu'nu da pek beğenemedim. Resimlerde görüldüğü gibi yemyeşil değildi; ve klasik bir şekilde insanlarımız tarafından çöp yığını haline getirilmişti. Kanyonun girişini ve hemen girişin tepesinde yer alan boş araziyi otopark olarak kullandıklarından olsa gerek mekan tüm doğal güzelliğini yitirmiş gibi geldi bana. Dolayısıyla kanyonun derinliklerine doğru, elimde küçük çocuğumla ilerlemek ve bunun için de para ödemek bana hiç cazip gelmedi. Aynı şeyleri arkadaşlarımız da düşünmüş olmalı ki karşıdan İncekaya Su Kemeri'nin fotoğraflarını çekip, bir iki üç dakikalık yürüme mesafemizde olan Kristal Teras'a doğru yürümeye başladık. Teras, Tokatlı Kanyonu'nun en iyi izleyebileceğiniz ve fotoğraflayabileceğiniz bir noktada yer alıyor. Terasın yerden yüksekliği 80 metre ve Türkiye'de bir ilki temsil ediyor. Tabanı kırılmaz camdan yapılmış ve 75 ton ağırlığı kaldırabiliyor. Ama tüm bu özelliklerinin yanında, malesef çok da yatırım yapılmamış bir yer. Aynı özellikler mesela yurtdışında bir başka yerde bulunsaydı eminim çok daha farklı kalitede bir hizmet ile donatılır; hem ticari hem de turistik anlamda ziyaretçilere daha çok seçenek sunulabilirdi.














Kristal Teras'ta da gezimizi noktaladıktan sonra görece yakınımızda olan Yörük Köyü'ne doğru yola çıktık. Yörük Köyü'ne ulaştığımızda karnımız iyiden iyiye acıkmıştı ama akşam yemeğine de yer kalması açısından hafif birşeyler atıştırmak istemiştik. O yüzden Yörük Köyü'ndeki iki kafeden biri olan Yörük Sofrası'nda mola verdik. Burada birbirinden lezzetli gözlemelerin, köy ayranının ve tabii ki de enfes baklavanın tadına baktık. Sonra da Yörük Köyü'nün dar sokaklarında fotoğraf makinelerimiz ile kendimizi kaybettik. Köyün içerisinde yer alan tarihi çamaşırhaneye doğru köyün içerisinde tırmanmaya başladık. 1879 yılında yapılan ve genel çamaşırhane olarak kullanılan bu yer şimdilerde sanat galerisi olarak kullanılıyormuş ama malesef biz gittiğimizde vakit bir hayli geçmiş olduğundan galeri kapanmıştı ve içerisini gezmeye fırsatımız olamadı. Orayı da dışarıdan fotoğrafladıktan sonra tüm gezi bloglarında yapılması önerilen, yörük köyü tarihi evlerinden birini ziyaret ettik. İçerisinde bir tarih yatıyordu. Evin içerisindeki her bir parça geçmişe dair izler taşıyor ve bize geçmişin anılarını getiriyordu.

Yörük evini de gezdikten sonra akşamın iyice çöktüğü bu köyden ayrılıp artık iyiden iyiye acıkan karnımıza ziyafet çektirmek için arabamızı Kadıefendi Tesisleri'ne doğru sürdük. Sizi temin ederim hayatınızda yiyip yiyebileceğiniz en muhteşem kuyu kebabı burada :) Her ne kadar tesislere geldiğimizde midemin ağrısından duramıyor olsam da kuyu kebabını es geçmedim. Kuyu kebabı yanında gelen iç pilav da inanılmaz güzel ve kıvamındaydı. Mekan, havuzlu dekorasyonu, bahçedeki sıcak ambiyans ve güleryüzlü, hızlı servisi ile benden 10 üzerinden 9 aldı :) Bir önceki yazılarımı takip edenler bilir, o bir puanı da nazar olsun diye kırıyorum :)

Yemeğimizi de bitirdikten sonra yorgun argın bir şekilde konağımıza döndük ve sıcacık odalarımızda rahat ve güzel bir uykuya daldık. Ama malesef midem sabaha kadar beni uyutmadı ve dayanılmaz bir hal aldı. Gezi sırasında ikinci kızıma hamile olduğumdan da ilaç kullanamadığım için bütün bir gece bu sancıyı çekmek zorunda kaldım. Ertesi günün planı sabah erkenden kalkıp önce çarşıyı gezmek ve akabinde gezimize Amasra'da devam etmekti.











Han hamam gezmek istemediğimizden Cinci Hanı ve Hamamını ziyaret etmedik. Zaten bir konakta kalmış olmamızın verdiği rahatlıkla kısıtlı vaktimizde Kaymakamlar Gezi Evi'ni de ziyaret etmeyi tercih etmedik. Önceden gelip ziyaret etmiş olmamın ve yönlendirmelerimin arkadaşlarım üzerinde etkisi olduğunu söyleyebilirim :) Açıkçası vakit olarak avantajımızı çarşıda ve müzelerde kullanmak yerine Amasra'da değerlendirmek istiyorduk. Onun için konağımızın bahçesinde, temiz havada, hızlıca kahvaltımızı edip çarşıya doğru yola çıktık. Önce Köprülü Mehmet Paşa Camii ni ziyaret ettik ve bahçesindeki Güneş Saatini gördük. Bu saat basit tip yatay güneş saatleri grubunda yer alıyor. Ve sabah 06:40 ile akşam 17:20 arasında zamanı metal plakanın gölgesine göre gösteriyor. Camiyi ve güneş saatini de gördükten sonra kendimizi bakırcılar çarşısının dar sokaklarına bıraktık. Birkaç hediyelik eşya aldık. Tam da o sıralar mide ağrım artık beni yürütmez hale gelmişti. Son durağımız olan İmren Lokumlarında soluğu aldık. İnanın o enfes lokumların tadına bile bakamadan hastanelik oldum :( Hastane de sıkıntıma çare olmayınca bir an evvel İstanbul'a dönüşe geçip kendi hastaneme gitme kararı aldık.

Turumuz Amasra'yı göremeden, eksik ve üzücü bir biçimde sonlanmış olsa da, her şekliyle güzel bir seyahat geçirdik diyebilirim. Turun Amasra etabını bir başka güneşli günlere bırakıp son sürat İstanbul'a döndük.

Dönüş yolunda, hepimizin ortak fikri, Safranbolu'nun çok çorak bir yer olduğu yönündeydi. İnternetteki yemyeşil fotoğraflardan eser yoktu. Ve keşke turumuza Amasra'dan başlayıp, orada konaklayıp, dönüş yolunda günübirlik Safranbolu'ya uğrasaydık diye düşündük.

Bir sonraki turumuzu Amasra'dan başlayarak planlayacağız kesinlikle :)

Bizi takip edin anacığımmm :) Sevgiler....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder