26 Ocak 2016 Salı

Polina - Polonezköy

Polonezköy artık eskisi gibi değil diyerek başlamak istiyorum bu yazıma. Eski dediğim de çok uzun zaman öncesi değil, 2003-2004-2005 yıllarında bile daha nezih, daha sakin, daha doğal, daha debdebeden uzak, tam bir dinlenme, huzurla doğa ile iç içe olma, şehirden kaçıp uzaklaşma mekanı iken, şimdilerde şehir içinde gideceğiniz herhangi bir lokasyondan pek de bir farkı kalmamış. Köyün girişindeki upuzun araç kuyruğunda sinirleriniz bozulmadan sabredebiliyorsanız, ikinci zorlu etap park yeri bulmaya geliyor. Herkes üst üste. Tam bir mahşeri kalabalık. Arabayı da parkedebildiniz diyelim, benim gibi Polonezköy'ün eskisini bilenlerdenseniz, büyük bir beklenti ile mekana doğru adımınızı atıyorsunuz. Ama gelin görün ki ortada ne bir doğa var ne de bir huzur. Aynı keşmekeşlik orada da var, aman diyeyim rezervasyonsuz hiçbir mekana gitmeyin. Eskiden hatırlıyorum, mangal yapmaya giderdik, mekanların bahçe kısmı, gözünüzün alabildiğinde çim ve etrafı büyük ağaçlarla çevrili olurdu. Atarlardı dilediğiniz bir yere masanızı sandalyenizi, mangalınız gelirdi, rahat rahat, sakin sakin, huzurlu huzurlu bir gün geçirirdiniz şehirden uzak. Ama şimdi öyle mekan bulmanın çok zor olduğunu söylüyor herkes. İnatla araştırır mıyım bilmem çünkü bir daha Polonezköy deseniz iki kere düşünecek hale geldim Polina sayesinde.


Polina ismini çok sık duyuyordum, eminim siz de duymuşsunuzdur. Yok ev yapımı pastalarıyla ünlü diyenler oldu, yok Foursquare e bakıyorsunuz puanlar havalarda uçuşuyor. Ben size direk burada gidip yaşadıklarımı anlatacağım. Gitmeden evvel özellikle bahçe kısmında rezervasyonumuzu yaptırmıştık. Amaç; uzun süredir görüşmediğimiz dostlarımızla doğa içerisinde bir kahvaltı yapmaktı. Onlar da Polina ismini çok sık duymuşlardı ve öneri olarak getirdiklerinde, bir Polonezköy aşığı olarak hemen kabul etmiştik. Neyse, yukarıda anlattığım tüm o trafik sıkıntısı ve park yeri buhranları sonrası, mekana girdik. Büyük bir beklenti ile bahçeye yöneldim, sandım ki şöyle önüme aynı eski zamanlardaki gibi bir cennet bahçesi açılacak. Hayır, en azından ağaçlıklı çimenli bir bahçe açılsaydı bari. Önümüze yokuş aşağı uzanan dik bir bahçe çıktı. Bahçenin her yanı daha fazla müşteri çekebilme gayesiyle olabildiğince efektif bir şekilde masalarla doldurulmuştu. Zemin yer yer taş, taş olmayan yerler ise kum; mevsimin hafif bahar olmasından kaynaklı yer yer çamurdu. İlk intibamdan çıkan not, görsellik anlamında sıfır diyebilirim. Neyse maksat beraber olmak, güzel vakit geçirmek derken, masamıza geçtik. İlk yirmi dakika etrafta arı gibi dolanan garsonların hiçbirisi yüzümüze dahi bakmadı. Hatta hemen bir aşağımızdaki masaya önümüzden gelip servis yapan garson bile, gayriihtiyari bile olsa "hayırdır siz ne bekliyorsunuz" bile demedi. Kolundan tutup zorla sipariş vermek zorunda kaldık. O sırada, hem bu ilgisizliğe içerleyip hem de bol bol mekanı gözlemleme imkanım olduğundan tesbit ettiğim ve garson-müşteri muhabbetlerinden çıkarttığım tek şey, arı gibi hizmet edilen masaların mekanın ya tanıdığı, ya akrabası, ya müdavimi, yani bir şekilde mekan sahibi ile bağlantısı olan kişiler olduğuydu. Bunu da direk kendilerine ilettim, hiç durmam. Zor bela masaya kahvaltı siparişimizi verdik. Toplam 8 büyük kişi olduğumuzu da düşünürseniz sevinirim :) Gelen kahvaltı içerisindekileri sayıyorum; 4 dikdörtgen dilim sıradan beyaz peynir, bir minik kase zeytin, bir ortaya tabak söğüş (sanıyorum sadece iki domates ve iki salatalıktan hazırlanmış), soğuk gelen sucuklu yumurta, gelmeyen ve kendimizin söylemek zorunda kaldığı çay, ve saymaya tenezzül edilecek bir artısı olmayan reçeller. Saat 12:00 olduğunda mekanda ne peynir kalmıştı ne de başka birşey. Ek olarak istediğimiz hiçbirşey; ekmek bile, dolaplarında yoktu. Ama aynı sırada, yine bir öndeki masaya yağdırılan kahvaltılıklar da gözümden kaçmadı. Özetle; PARAMIZLA REZİL OLDUK, DOYAMADIK DA!!! Günün tek ve en güzel yanı sevdiklerimizle birlikte olmuş olabilme şansını yakalamış olmamızdı. Bu şikayetlerin hepsini de ilgililere ilettiğimizde kendilerinden küstahça diye tabir edilebilecek bir konuşma şekliyle karşılık alıyor olmak da, artık mekanın "tok satıcı" statüsüne geçtiğinin bir başka göstergesi. Kendilerini geliştirmek adına malesef bir çabaları, en azından müşteri memnuniyeti açısından bir mahcubiyetleri yoktu. Siz kimsinizdi ki, puanları sosyal medyada görece fırlamış bir mekanın size ihtiyacı yoktu. Sanıyorum o puanlar da yukarıda bahsettiğim aynı imtiyazlı kesim tarafından sanal olarak atılmış puanlardı. Bu arada o meşhur pastalarından da yiyemedik; o da saat 12:00 e gelindiğinde bitmişti.


Velhasılı, ne doyduk, ne paramızın karşılığını aldık, ne doğada huzur bulabildik, ne şehirden uzaklaşabildik, ne de kaliteli bir mekanda haftasonumuzu değerlendirebildik. Foursquare yorumlarında geçen, o harika kaymaklar, pastalar, yok ev yapımı reçeller, o milletin yazdığı huzur falan da yok; inanmayın. Bunların hepsini bin kat daha fazla veren mekanlar mevcut; devam yazılarımın birinde onlardan da bahsedeceğim. Dolayısıyla yapmayın anacağım, gitmeyin, ille de Polonezköy diyorsanız Polina'ya bari gitmeyin :) (hala kendilerini düzeltmiş olduklarından yana şüphelerim çok ağır) Gidemeyesiniz diye de adres ve kroki bilgisini özellikle paylaşmıyorum :)


Sevgiler :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder