20 Ocak 2016 Çarşamba

İtalya - Verona


Bir önceki yazımızda anlattığım Milano-Como maceralarımız sonrası Milano'da Duomo Katedralini gezdikten sonra otelimizden valizlerimizi alıp doğruca tren garının yolunu tuttuk. Bir sonraki durağımız Verona olacaktı; ve burada grubumuzun geri kalanı ile buluşacaktık. Konforlu ve hızlı denebilecek bir tren seyahati sonrası Verona'ya ulaştık.

Kızımın ilk 2 yaş sendromu krizi, maalesef tatilin tam da bu zamanına, elin ülkesinde bir tren garında, Algida dükkanının o şaşalı camekanının önüne denk geldi. O an Algida'ya da, İtalya'ya da, tren garına da, bu dükkanı tren garının en işlek yerine koyan zihniyete de, eşime güvenip cebime bir iki Euro bir şey koymamış olduğum için kendime de, bir dünya saydırdım :) Bir gıdım çocuk tren garının içini, dışını, hatta garın önündeki en işlek caddeyi birbirine kattı da biz iki koca kadın, arkadaşımla ben, alıp da çocuğu pusete bağlayamadık. Tabii İtalyan polislerinin bize bakışı ve her an beni tutuklamaya hazır duruşları içerisinde Verona garının halen bendeki tek anısı araba altlarından topladığım bir yaramaz çocuk oldu :) Özetle, çocuklu gezenler için tavsiyem cebinizde paranız olsun, baktınız çocuk çığırdan çıkmak üzere, verin ne kadarsa parası alın dondurmasını arkadaş :)

Neyse Verona'daki ilk maceramızı da bu şekilde atlattıktan sonra kalacağımız otel olan Crowne Plaza Verona Fiera ya ulaştık. Gerçekten konforlu, temiz ve üst düzey bir oteldi. Bu tur sırasındaki otel beklentilerimizi bir önceki yazımda paylaşmıştım sizlerle ve bu otel de beklentilerimizi fazlasıyla karşılıyordu. Otellerimizi tura çıkmadan çok evvel, kimisini puanlarımızla kimisini de erken rezervasyon seçeneği ile en iyi fiyatı sunan bir takım online booking siteleri vasıtasıyla aldığımız için fiyat-kalite avantajını da sonuna kadar yaşadık.

Eşyalarımızı odalarımıza yerleştirip kısa bir dinlenme molası verdikten sonra şehir merkezine otelin shuttle seferi ile ulaştık. Shuttle ın bizi bıraktığı yerden biraz yürüyüp Verona Arena'sı ile başlayan Bra Meydanı'na ulaştık. Arena'yı arkadaşlarımız o sırada geziyor olduğundan o ziyareti ertesi güne bırakıp kendileri ile Arena'nın önünde buluştuk ve ilk durağımız olan Juliet'in Evi'ne (Casa di Giulietta) gittik. O sırada Verona'nın o tarih kokan kalabalık insan seli sokaklarından geçip mimarinin bol bol fotoğraflarını çektik. Akşamüstüne doğru yemek yiyecek bir yer ararken bu sokaklarda fazlasıyla kaybolma imkanımız olacaktı :)  Juliet'in Evi'nin önünde bizi bir izdiham karşıladı. Evin minicik avlusuna daracık bir koridordan girmeye çalışan bir insan seli düşleyin. Sonunda evin içerisine girmeyi başarabildik ve o meşhur pencerede bizler de birkaç foto çekilip evden ayrıldık. Verona'ya kadar gidilip görülmeden dönülmemesi gereken bir yer tabii ki de ama en nihayetinde bir ev ve bir balkondan ibaret; çok fazla beklentiye girmemeniz için belirtmek istedim :) Bir de tabii evin içerisindeki o tarihi doku insanı alıp başka bir çağa götürüyor onu da yadsıyamam.






Evden ayrıldıktan sonra bir küçük mola vermek için hemen yakınımızdaki Erbe Meydanı'nda aldık soluğu. Meydanda bir sürü küçük cafe, sokak satıcıları, kermes tarzı hediyelik eşya standları ve en unutamadığım da cuplar içerisinde birbirinden leziz meyveler sunan minik standlar bizi karşıladı. Burada gözümüze kestirdiğimiz bir cafe olan Caffe Barbarani ye oturduk. Soluklanırken kendimize Verona'da her yerde gördüğümüz ve bizim çiğ böreğimizi andıran ama daha sandviç kıvamındaki içi değişik malzemelerle dolu adını hala bilmediğim sandviçlerden söyledik. Ve tabii ki de yanına kendime bir spritz siparişi verdim :) Tur araştırmalarımız boyunca hemen hemen her blogda okuyup denenmesi gerektiği söylenen bu içkiyi denemeden buradan ayrılamazdım :) Özetle, bendeki ilk intibası asitli, baloncuklu, fresh, alkollü içecek şeklinde oldu. Beğenmedim mi...Tabii ki de beğendim ve kesinlikle tatmanızı tavsiye ediyorum.





Dinlenme aşamasını geçtikten sonra hemen yakınımızdaki Verona Saat Kulesi'ne (Lamberti Tower) gittik. İçerisine her ne kadar da giriş yapamasak da tepesine kadar erişme ve bol bol foto çekebilme imkanımız oldu :) Oradan ayrıldıktan sonra ise bir sonraki durağımız olan, Adige Nehri üzerinde yer alan ve eski kale anlamına gelen Castelvecchio'ya geçtik. Yavaş yavaş İtalyanların maalesef o kaba ve kendilerini beğenmiş yüzleri karşılaşmaya başladığımız noktaların başında burası geliyor. Kale surlarında gezmeniz serbest ve fotoğraf makinenizle mükemmel fotolar yakalamanız mümkün. Girişinde ise sırt çantalarınızı kilitli dolaplara koymanız talep ediliyor ama inanın bana kavga etmeniz an meselesi olabilir çünkü sırtında sizinkinden daha büyük bir çanta ile yanınızdan ve güvenliğin önünden geçip giden İtalyanları görüp ister istemez kuralı sorguluyorsunuz ve karşınızdaki suratsız adam-kadınlardan cevap alamıyorsunuz. Sanıyorum İtalyanca bilip orada karşımdaki güvenlik görevlisi kadınla İngilizce değil de İtalyanca konuşsaydım biz de kurala tabi olmayabilirdik. Bir de kadının sürekli kızımı gösterip hiçbirşeyi ellemediği halde "hiçbirşeyi ellemesin" uyarısı yapması akabinde kendimi tutamayıp sert bir ses tonu ve ifade ile nereyi ellediğini sorduğum ve işine bakması gerektiğini söylediğim doğrudur :) Bunlar gibi küçük pürüzler dışında kalenin içi, surlar, manzara muhteşemdi; ve görülmeye değerdi. Yaşadığım o anlık gerginliğe bile değdiğini söyleyebilirim.











Kaleyi gezdikten sonra Adige Nehri boyunca Verona'yı sahilden turlayıp yine kendimizi Arena'nın önündeki Bra Meydanı'nda bulduk. Ve akşam yemeği için hummalı mekan arayışlarımız başladı. Gruptan iki arkadaşımızın önerisi ile güzel bir restorantta soluğu aldık ama inanır mısınız şu anda gruptan kimse bu restorantın ismini hatırlayamıyor. Esnaf lokantası görünümündeki bu restorantta yediğimiz pizzalar, Milano'da yediklerimizden sonra, o ana kadar yediklerimizin en iyisiydi. Ve tabii masaya yine spritz eşlik etti :) Ben yine de mekanda çekilmiş fotolarımızı aşağıya koyacağım sizler için. Umuyorum okuyucularımdan birisi de tanıyıp bizimle mekanın ismini yeniden paylaşabilir :) Kimbilir belki de masanın ortasında öylece duran fişin üzerini okuyabileniniz çıkar belli mi olur :)


Yemeklerimizi de yiyip günü tamamladıktan sonra otele dönebilmek için Bra Meydanı'na yürüyüp taksi ile otele dönme kararı almıştık ki yağmura yakalandık. Verona'da asıl işkencemiz şimdi başlıyordu. Memleketimin gözünü seveyim diye tabir ettiğimiz durumla tam tamına yirmi dakika yağmur altında taksi bulmaya çalışırken karşılaştık. Öyle buradaki gibi el edip taksi çeviremiyorsunuz maalesef orada. Hele kişi sayınız bizimkisi gibi yüksekse hem büyük bir araç çağırmanız, şanslıysanız yoldan çevirmeniz, hem de adamlara nedenini anlayamadığımız bir şekilde ekstra bir para vermeniz söz konusu. Turistler bir daha bizim taksiciler için soyguncu derse yemin olsun yürüyüş başlatacağım taksim meydanında :) Neyse binbir çaba ile bir taksiye doluşup otelimize gelebildik ve yumuşacık kaz tüyü yatağımızda günün yorgunluğu ile derin bir uykuya daldık. Otelin yastıklarımıza sürmemiz ve derin bir uyku çekmemiz için yatağa bıraktığı losyonu yastıklara sıkmayı ihmal etmedik ve iki dakika sonra hepimiz mışıl mışıl uyumuştuk :)

Ertesi sabah ise yine kahvaltımızı otelde almadık ve dosdoğru Bra Meydanı'nda soluğu alıp kahvaltımızı meydandaki Ristorante Ippopotamo isimli cafe-restorantta aldık. Hızlı, güzel ve kaliteli birşeyler yemek istiyorduk ve burası da hepsini karşılıyordu. Kahvaltı sonrası bir önceki gün gezemediğimiz Arena'yı (Arena di Verona) gezdik. Önünde inanılmaz bir bekleme kuyruğu vardı ve elimizdeki şehir kartları ile neden kuyrukta beklememiz gerektiğini bilmiyorduk. O an Türk'ün kafası çalıştı, kuyruktan ayrılıp doğruca gişeye doğru gittik, grup gişesi yazan yerde bir iki kişi vardı, onları bekleyip iki dakika içerisinde Arena'ya girmiştik :) Diğerleri arkada bekleyedursundu :) Arena güzel, otantik, tarihi bir mekandı ama sanıyorum gündüz gözü ile gitmiş olmamız ve Arena'nın ortasına operalar için döşedikleri sandalyeler dokuyu oldukça bozduğundan, dışarıda milyonlarca kişinin kuyrukta bekleyeceği kadar ahım şahım bir yer gibi gelmemişti bana. Sanıyorum bir sonraki gidişimizde Arena'da kesinlikle bir opera izlemeliyiz. İşte o zaman o dokunun ve mimarinin farkına varabiliriz diye düşünüyorum.


Arena'yı da çabucak gezip bitirdikten sonra Verona'da daha fazla vakit kaybetmeden gezimizin son durağı olan Venedik'e erkenden ulaşabilmek için yine tren garının yolunu tuttuk. Gün sayımız kısıtlı olduğundan Garda Gölü'nü görmeyi bir sonraki İtalya turumuza bırakmak zorunda kaldık. Bir sonraki yazımızda Venedik gezi notlarımız ile bu İtalya maceramızı sonlandırıyor olacağız :) İyi geceler herkese :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder