8 Temmuz 2016 Cuma

Edirne Gezisi


Bayramın üçüncü günü, sıcak demeden, yağmur demeden attık kendimizi yollara ve ayaklarımız yine bizi Edirne'ye götürdü. Her bayram muhakkak Edirne'ye uğramak bizim için neredeyse bir aile klasiği oldu diyebilirim.

Edirne, Marmara'nın Trakya kesiminde, Yunanistan ve Bulgaristan sınırında yer alır. Sınıra bu kadar yakın olması sebebiyle yöre halkından duyduğumuza göre haftasonları Yunanistan ve Bulgaristan'dan Edirne'ye geçişler olur; özellikle sebze meyve alışverişlerini ve diğer sair ihtiyaç alışverişlerini yapar sonra geri memleketlerine dönerlermiş. Bu anlamda çok da kozmopolit bir yapısı var. Üniversitenin de şehre verdiği mizaç diğer illere kıyasla daha modern ve karma. Bölgede karasal bir iklim hakim. 25 Kasım 1922 de Türk egemenliğine girdikten sonra Karaağaç bölgesinin de 15 Eylül 1923 de Türkiye'ye katılmasıyla şehir bugün ki sınırlarına kavuşmuş. Bir zamanlar Osmanlı'ya başkentlik yapması dolayısıyla şehir han, cami, çarşı gibi eserlerle doludur. Osmanlı döneminde çini ve seramik sanatlarının önemli merkezlerinden olduğu için buradaki saray ve önemli merkezlerin içerisi çinilerle süslüdür.

Edirne'ye ulaştığımızda ilk durağımız, her zamanki gibi, Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği Selimiye Camii oldu. II. Selim'in Mimar Sinan'a yaptırdığı bu caminin yapımına, kapısındaki kitabeye göre, 1568 yılında başlanmış. Rivayete göre caminin yapılacağı arsanın üzerinde bir lale bahçesi varmış. Bahçenin sahibi başlarda arsanın satılmasını istememiş. En sonunda, caminin içerisine bir lale motifi konması şartı ile arsasını satmış. Mimar Sinan da bu motifi mermer ayaklardan birine işlemiş, motifin ters işlenmesinin sebebi ise arsa sahibinin tersliğini vurgulamak içinmiş. Caminin en büyük özelliği, bütün Edirne'den görülebiliyor olması. Caminin açılışı 1574 için planlanmışsa da II. Selim'in ölümünün ardından ancak 1575'de ibadete açılabilmiştir. 2000 yılında da, Selimiye Camii Unesco tarafından Dünya Mirası listesine alınmış; 2011'de de Dünya Mirası olarak tescil edilmiştir. Camiyi gezerken, içerisindeki işlemeler ve heybetli duruşu karşısında hayran kalmamanız mümkün değil.


Edirne'de, Selimiye Camii dışında, Üç Şerefeli Camii, Eski Camii ve Dar-ül Hadis Camii de bulunmaktadır. Bir sene, yine Edirne ziyaretimizde, iftar sonrası teravih için Selimiye Camii'nde yer bulamayınca, Eski Camii'yi görme ve orada teravih kılma imkanımız olmuştu. Selimiye kadar olmasa da, Eski Camii de içerisindeki süslemeler ve tarihi yapısı ile göz kamaştırıyordu. İçerisinde süslemelerin yanısıra 18. ve 20. yüzyılda yazılmış çeşitli yazılar, ünlü hat eserleri ve II. Abdülhamid'in imzası da bulunmaktadır.

Selimiye Camii'nden çıktıktan sonra iyiden iyiye acıkmış olan karınlarımızı şenlendirmek için çarşıya doğru yürümeye başladık. Bayram olmasının verdiği ekstra yoğunluk, ciğercilerin önünde sıra bekleyen insan sellerinden belli oluyordu. Hedefimiz Ciğerci Niyazi Usta idi ama onun da önünde bir yılan edası ile kıvrılan kalabalığı görünce hemen yanında ki Akgün Ciğercisi'ne girdik. Edirne'ye bu kadar sık gittiğimiz ve hep değişik mekanlarda ciğer yeme imkanımız olduğu için, gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki, hemen hemen hepsindeki et ve pişirme kalitesi birbirine yakındır. Akgün Ciğercisi'nde de kıtır kıtır kızartılmış ciğerlerimizi yedikten sonra yolumuza Meriç nehrinin kenarındaki çay bahçelerine doğru devam ettik.

Edirne'ye geldiğinizde aslında ciğer tava dışında bir de köfte yiyebilirsiniz. Ve köfte yemeniz için önerebileceğim en iyi mekan Köfteci Osman'dır. Biz ekseriyetle, aynı gün içerisinde hem ciğer hem köfte yiyebiliyoruz. Öğlen yemeğimizi ciğerle, akşam yemeğimizi köfte ile yapıp mide fesadı geçirerek İstanbul'a dönmüşlüğümüz çoktur. Ama bu sefer yemek tercihimizi sadece ciğerden yana kullandık.

Tam da bu noktada değinmeden geçemeyeceğim, eğer benim gibi alerjik bir bünyeniz varsa, sinek ısırıklarına tahammülünüz yoksa ve ısırıldığınızda benim gibi kabarıyor ve durmadan kaşınıyorsanız, Edirne'ye giderken, özellikle de Meriç kıyısındaki Karaağaç bölgesine giderken, sinek kovucu birşeyler sürmenizi tavsiye ederim. Buranın sivrisineklerinin bildiğiniz sivrisineklerden olmadığını, içi taş gibi şişen bacak ve kollarınızı görünce anlayacaksınız. Sizi uyarsam da, kendim yine sinek kovucu sürmediğim için, bugün hala bacaklarımdaki şişliklerin acısını ve kaşıntısını çekiyorum malesef. Sivrisineklere rağmen ayağınızın altından yeşil yeşil akan Meriç'e karşı sıcacık çayınızı yudumlamadan Edirne'den ayrılmayın derim.


Her Edirne ziyaretimizde uğramadan geçmediğimiz bir başka nokta ise çarşı içerisinde küçük bir dükkanda bulunan Nurlu Peynirleri'dir. Her seferinde buraya uğrayıp ezine peynirlerimizi istiflemeden geçmeyiz. Sizin de yolunuz bir gün buralara düşerse peynirini denemenizi tavsiye ederim.

Edirne'ye gelip de görmeden dönmemeniz gereken bir diğer yer ise II. Beyazıt Külliyesi'dir. Bu gelişimizde uğramaya vaktimiz olmasa da, önceki gelişlerimizde muhakkak uğradığımız tarihi bir külliyedir. İçerisinde bir cami, bir tıp medresesi, imaret, darüşşifa (hastane), hamam, mutfak ve erzak depoları bulunmaktadır. Darüşşifa ve Tıp medresesi, Sağlık Müzesi olarak hizmet vermektedir. Darüşşifa, 1488 den 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşları'na kadar 400 yıl boyunca her türlü hastaya hizmet vermiştir. Sonraları ise sadece ruh ve akıl hastalarına hizmet vermiş bir sağlık kuruluşudur. Edirne'ye ilk gelişiniz olacaksa, bu külliyeyi görmeden dönmemelisiniz.

Dönüş yoluna geçtiğinizde de, son uğrak noktanız Keçecizade olsun derim. Ben şahsen kavala kurabiyelerinin tadına doyamıyorum. İster yolda dönerken kurabiyenin tadını çıkartırsınız, ister evinize döndüğünüzde çayınızı demler, kurabiyelerinizi alır, ve cebinizde Edirne anılarınız ayaklarınızı koltuğa uzatır, bir seyahatin daha tadını çıkartırsınız. Haaa belki bir de benim yaptığım gibi kısa bir video da siz hazırlamak istersiniz :) Keyifli seyirler :)


4 Temmuz 2016 Pazartesi

Antep Yöresine Özgü Yuvalama (Yuvarlama)

Hazır bayram da yaklaşıyorken işte Antep yöresinden yuvalama sizlerle...Yuvalama nedir ne değildir...İstanbul'daki yaygın görüşün ve birçok restaurant menüsünde çorbalar bölümünde yer almasının aksine yuvalama bir çorba değil, aksine bir ana yemektir. Antep yöresinde bayramların vazgeçilmez yemeği olan yuvalama için kadınlar hep beraber oturup saatlerce bulgur ve kıymayı az salça, tuz ve suyla yoğurup minik minik toplar haline getirirler. Bu çok meşakkatli bir iştir. Bayramdan bir gün evvel bu şekilde herkesin yuvalamaları hazırlanmış olur. Bu minik toplar yuvalama yemeğinin ana malzemesidir. Nasıl yapılır diye sorduğunuzu duyar gibiyim :) Sizin için bir video ile anlatayım dedim :):) Devamı gelecek keyifli videolarımız için de abone olmayı unutmayın :)


24 Haziran 2016 Cuma

Maldivler Seyahat Notları


Maldivler...Bilim çevrelerince önümüzdeki yüzyıl içerisinde okyanus sularının altında kalacağı öngörülen, yani herkesin bir şekilde gidip görmesi gerektiği yerlerden birisi. Bunun için de en geçerli sebep sanıyorum balayı olurdu dedik ve Maldivlerin yolunu tuttuk. Hayatımız boyunca verdiğimiz en doğru kararmış diyebilirim.

Tropikal iklime sahip Maldivler seyahati için en uygun aylar kuru mevsim olarak da nitelendirilen Aralık ayı ile Nisan ayı arasındadır. Biz de Nisan ayını tercih edip yola koyulmuştuk. Yurtdışı seyahatlerinde en nefret ettiğim şey vize telaşı olduğundan, ve Maldivler 30 gün kalış süresine kadar vize istemediğinden, gittiğim ilk, en rahat uluslararası yolculuktu diyebilirim. İkincisi ise benzer bir sebeple Bosna Hersek idi. O da bir başka yazımızın konusu olacak önümüzdeki zamanlarda diyerek Maldivler seyahatimizden notlarla devam edelim.

Maldivlerin başkenti Male'ye ulaşmak için öncelikle İstanbul'dan Dubai'ye 5 saatlik bir uçuş yaptık. Dubai'de aktarma aldıktan sonra 4.5 saatlik bir başka uçuş sonrası Maldivlerin başkenti olan Male'ye ulaştık. Maldivler'de oteller üzerinde bulundukları adanın adı ile anıldıklarından konaklayacağımız Sun Island'a gitmek üzere havalimanı çıkışında bizi bekleyen otel yetkilileri ile buluştuk. Maldivler'de, başkente olan konumları itibariyle, kimi adalara küçük teknelerle kimilerine de deniz uçakları ile ulaşım sağlanabildiğinden, ve biz deniz uçağına binmenin nasıl birşey olduğunu tecrübe etmek istediğimizden, başkente uzak adalardan biri olan Sun Island'ı tercih etmiştik. Male'den adaya ulaşmamız da sanıyorum yarım saat kadar sürmüştü. Male havalimanına indiğimizde bizi dışarıda ağır ve küflü bir nem kokusu karşılamıştı. Kokuya alışmam biraz zaman alsa da insanoğlunun her şarta kısa zamanda ayak uydurabilen mucizevi bünyesi sayesinde bir kaç dakika sonra koku burnuma gelmemeye başlamıştı. Havalimanından dışarıya adımımızı atar atmaz kendimizi bir mahalle pazarının girişinde bekler gibi hissetmiştik. Sanki ardımızdaki bina havalimanı değil de her mahallede rastlanabilecek sıradan bir bina gibiydi. Deniz uçakları ile adamıza aktarma sırası bize geldiğinde asıl Maldivler seyahatimiz başlamıştı. Okyanusu tepeden fotoğrafladığımız, adaların ve denizin en güzel hallerini tepeden seyrederek gerçekleştirdiğimiz kısa bir uçuş sonrası denize iniş yaparak adamıza ulaşmıştık. Denize iniş yapan uçaktan bizi küçük tekneler kıyıya getirmişti. Deniz uçaklarını da öyle hayalinizdeki gibi standart giyimli pilotlar değil, şortlu parmak arası terlikli dolmuş şöföründen hallice pilotlar uçuruyordu. Şort neyse de parmak arası terlikleri gördüğümde bu kısacık uçuşa karşı olan güvenim tamamen sarsılmış ve yükseklik korkum bir anda kendini kalp çarpıntısı olarak göstermişti. Neyse ki uçuşumuz, bu görsel etkilerin tamamen tersine, sorunsuz ve güvenli bir şekilde tamamlanmıştı. Hayatımda yaşadığım ender tecrübelerden biriydi diyebilirim. Onun için de Maldivler'e gidecek olursanız sırf bu tecrübeyi yaşayabilmek adına uzak adaları tercih edin derim.






Adaya ayak bastığımız gibi muson yağmurlarına yakalandık. Moralimiz tamamen bozulmuş, tadımız tuzumuz kaçmış, verdiğimiz bir ton para boşa çıktı diye hayıflanırken; her sene bu mevsim aynı adaya yolculuk yapan bir teyzenin verdiği telkinler ile kendimizi bir nebze olsun toparlayabildik. Yağmurun kısa süreli olduğunu, bu aylarda böyle yağmurların görülebildiğini ve ertesi güne hiçbir şeyin kalmayacağını söyleyerek bizi rahatlatmaya çalıştı. Yağmurun kokusu, havadaki ağır nem ile birleşip acı bir tat olarak boğazımıza otururken bungalovumuzun yolunu tuttuk. Madem birşey yapıyoruz tam olsun diyerek bungalovumuzu okyanus üstü bungalovlarından almıştık. Yağmur şiddetini o kadar çok arttırmıştı ki Maldivler'deki ilk gecemizi bungalovun balkonundan okyanus üzerinde çakan şimşekleri seyrederek ve LOST izleyerek geçirdik. Ertesi gün uyandığımızda, teyzenin dediği gibi günlük güneşlik bir Maldivler sabahına uyandık.

Eşimle beraber sessiz, sakin, gürültü patırtı olmayan, sadece uzanıp güneşlenmeli, kitap okumalı ve kafa dinlemeli bir tatil tercih ettiğimizden, diğer otellere nazaran daha az aktivitesi ve gece hayatı olan Sun Island'ı tercih etmiştik. Seyahatimiz sonunda en doğru tercihi yaptığımıza da kanaat getirdik. Kahvaltımızı adanın tropik ortamında deniz kenarında hazırlanmış masamızda aldıktan sonra (ki her odaya fiks bir masa atandığını ve o masanın tüm tatil boyunca sizin odanıza ait olduğunu, bu anlamda masa ve yer bulma sıkıntısını ortadan kaldırdıklarını belirtmeden geçemeyeceğim) kendimizi koştur koştur o turkuaz sulara bıraktık. Kumsalda hazırlanırken üstlerinde t-shirt ile denize giren turistleri görüp küçümser bir şekilde onları eleştirirken, birkaç saat sonra güneş yanığı ile çarpılacağımızı bilemezdik tabii ki. Demek bir bildikleri varmış diyerek tatilimizin neredeyse ilk üç gününde kaşıntılı ve ağrılı güneş yanıklarımızla uğraştık diyebilirim. Yani siz siz olun denize girerken t-shirtlerinizi üstünüzden çıkartmayın. Tam yanıklarımız geçti derken bu sefer de tropik ortama alışkın olmayan bedenimin tropik moskitolar (sivrisinek) tarafından ısırılıp talan edilmesi ile uyuz gibi kaşınır olmuş ve ısırılan yerlerim şişip morarmaya başlamıştı. Zaten alerjik olan bünyem sanıyorum bu şekilde tepki vermişti, çünkü ısırılan diğer turist kızlar da ne bir kaşıntı ne de bir şişme vardı. Bu da gelip beni bulmuştu. Tam bir gece boyunca kaşıntıdan uyuyamayınca sabahına soluğu revirde almıştık. Revirde, ayaklarımda ve kollarımda oluşan şişliklerle morluklara bakan doktor, dudağının kenarında hafif bir tebessümle bana bunların moskito ısırığı olduğunu söylemesi üzerine kendimden geçmişim. En son kendimi, adama ingilizce "ben moskitonun memleketinden geliyorum, bu moskito değil başka birşey, moskito olsa ben anlardım" diye diretirken buldum. Velhasılı adamcağız elime bir sinek ısırığı kremi tutuşturup beni gerisingeri göndermişti. Gidecekler için ikinci önemli uyarım da yanınızda muhakkak sinek savar ve böcek sokmalarına karşı etkili bir krem götürmeniz. Bunu da atlattıktan sonra (atlattıktan sonra diyorum ama morluk ve şişlikler İstanbul'a döndükten sonra ancak geçebilmişti) geriye bize adanın, denizin ve deniz altının tadını çıkartmak kalıyordu.



Maldivler'e gittiğinizde yapmanız gereken şeylerin başında şnorkelle veya tüplü dalış yapmak gelmelidir. Denizin altında öylece sizi bekleyen o rengarenk dünyayı izlerken biz kendimizden geçmiştik. İşte güneş yanıklarımız da bu sırada meydana gelmişti. Değer miydi tabii ki de değerdi. Hatta balıkların envai çeşidi ile karşılaşmak, onları fotoğraflamak isterseniz bir püf noktası da denize ceplerinizde veya ellerinizde ekmeklerle girmeniz olacak. Cebinizden veya ellerinizden hafif hafif sızan ekmek kırıntılarına üşüşen balıkların arasında kalıp onlara dokunabilmek pahabiçilemez.



Gitmişken yapılmadan dönülmemesi gereken bir başka şey de, "night fishing" diye adlandırılan, bizim türkçede, balıkçılık literatüründe akşam suyuna çıkmak olarak nitelenen, akşam vakitlerinde, okyanusun ortasında balık avlamak. Bizim adamızda bu aktivite sonrası adaya dönüp tuttuğumuz balıkları sahilde yakılan mangallarda pişirip akşam yemeğini romantik bir ortamda almak da vardı. O da kaymağı oldu diyebilirim. Şansınız varsa teknedeyken balina bile görebilirsiniz. Uzaktan da olsa biz görmüştük, kendimi NatGeo izler gibi hissetmiştim.





Maldivler'e gidip de yapmamanın ayıp olacağı bir diğer aktivite köpekbalığı beslemek. Elinizde kovalarca balık bekliyor, köpekbalıklarının gelmeye alıştığı bir saatte kovalarca balığı denize boşaltıp ayaklarınızın dibinde köpekbalıklarının yemleri kapışmasını izliyorsunuz. Gördükleriniz inanılmaz. Tarif edilemez. Ağzım açık izlediğimi ve köpekbalıkları ile asla yüzyüze gelmek istemeyeceğimi düşündüğümü hatırlıyorum.


Bir diğer eğlenceli aktivite de profesyonel bakıcılar eşliğinde ve onların yönlendirmesi ile gecenin belirli vakitlerinde suda vatoz beslemek. Malesef eşim kadar cesaretli olamadığımdan elimi vatozun ağzına kadar sokup elimden balık almasına müsaade edemesem de suyun içerisinde bulunup yanıma kadar yaklaşan vatozun sırtını hafiften okşayabilmem bile bir başarı sanıyorum. Tabii o sırada vatozlarla beraber yamacımıza kadar gelen bebek köpekbalıklarını yakalama hevesim de cabası. Bunun peşinde koşarken arkamdaki turist bayanı görmemem ve bacağı bacağıma değdiğinde avazım çıktığı kadar attığım, bitmek bilmeyen çığlık sonucu, kadıncağızın da birşey oluyor veya birşey geldi diye düşünüp benimle beraber bağırmaya başlaması sonucu tüm adayı ayağa kaldırdığımı buradan itiraf etmek isterim :) Birkaç dakika sonra yanlış anlaşmayı düzeltmiştik ama birçok kişiye de alay konusu olmayı başarmıştım. Ama suç bende mi ki...Okyanusun ortasında, gece, ayaklarım denizin içerisinde, birgün evvel köpekbalığı beslemişim, insanın aklına hiç gelir mi ki ayağına değen o şey İngiliz bir turistin bacağıdır :)




Ve son olarak muhakkak kaldığınız adada bisiklet kiralamanızı ve boş vakitlerinizde adayı bisikletle turlamanızı; bol bol tropik meyvelerden yemenizi; ve bir kere de olsa masaj yaptırmanızı öneririm. Masaj; daha doğrusu birinin beni dakikalarca yoğurmasını sevmesem bile, yine de denemiştim ve çok memnun kalmıştım. Tropik bir adada, tropik ağaçlar ve tepenizden uçan tropik kuşların sesleri altında, size özel hazırlanmış, içinde havuzu ve tahtadan bir duşu olan avluda yapacağınız keyif bence herşeye değer.



Maldivler nüfusunun %97 si müslüman olduğundan yemek konusunda sıkıntı çekmeyeceğinizi düşünüyorum. Biz gönül rahatlığı ile her türlü eti ve yemeği bu anlamda rahat rahat tüketmiştik. Müslüman olmalarının verdiği hassasiyet ile tüm yemeklere ne eti olduğunu, kafalarda soru işaretine yer bırakmayacak şekilde, belirtmişlerdi. Garsonlarımızın ve oda servislerimizin nezaketi, güleryüzü, yardımseverliği ve hoş sohbetleri, bizi bu tatile biraz daha fazla bağlamıştı.

Dönüş günü geldiğinde açıkçası niye dönüyoruz diye hayıflanmamış, aklımızda güzel anılar ve kameramızda bir ton fotoğraf ile, iyi ki de gelmişiz diyerek evimizin yolunu tuttuk. Beş gece Maldivler için haydi haydi yetmişti ve aklımızda keşke şunu da yapsaydık dediğimiz hiçbir şey kalmamıştı.

Bence dünya gözü ile, yazının başında da belirttiğim gibi hazır Maldivler daha okyanus sularına gömülmemişken, ne yapıp edip, bir kenarda para zulalayıp buraya muhakkak gelmelisiniz. Yaşayacağınız ender tecrübelerden olacağına ben kefilim :) İyi seyirler efendim :)










10 Haziran 2016 Cuma

Dünyaya Barış Gelecekse Dut Ağaçlarının Gölgesinde Gelecek


Dut...İzmir maceramızın vazgeçilmezi...Yemekten evvel, yemekten sonra, ara öğünlerde itinayla bahçeye inip yediğimiz; yemek derken yanlış anlaşma olmasın talan ederken desem yeridir, damağımızda ekşi-tatlı, kekremsi bir tat bırakan, parmaklarımız, avucumuz ve üstümüz başımız dut oluncaya kadar hunharca yemeye devam ettiğimiz o muhteşem meyve...Çevremdekilerin yoğun isteği üzerine bu yazıyı işte bu mucizevi meyveye; duta ayırdım.

Dutun aslen vatanı Çin'dir. Ağaçta yetişen bir meyvedir; ve ağaçların boyu kimi yerlerde 15 metreye kadar uzanabilir. Ilıman iklimleri sevdiğinden yoğun olarak Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında yetişir. Mavi, siyah ve yeşil olmak üzere üç ana gruba ayrılır. Dut yaprakları ipek böceklerinin beslenmesinde kullanılır. Aynı zamanda dut yaprakları anti-enflamatuar olarak, saç dökülmelerine karşı ilaçlı tedavi olarak kullanılmaktadır. Çok eski çağlardan beridir alternatif tıp tarafından hastalıkların tedavisinde de kullanılır. Bunların yanısıra, kanseri önler, kan pıhtılaşmasına engel olur, kanı temizler, böbrekleri güçlendirir, soğukalgınlığı ve gribi önler, ameliyat ve doğumdan sonra iyileşmeyi hızlandırır, kan şekerinin sağlıklı seviyede kalmasına yardımcı olur, kalp sağlığını korur, görme yeteneğini geliştirir, ve içerdiği antioksidanlar sayesinde cilt sağlığına fayda sağlar. Tüm bu faydalarının yanısıra tüketilirken dikkat de edilmelidir. Özellikle farklı hastalıklarla mücadele edenler dut tüketimine dikkat etmelidirler.

Dut nedir ve faydaları nelerdir kısaca değindikten sonra yazımızın asıl konusuna dönebiliriz. Dut nasıl yenir? Öncelikle karınlarda dut için itinayla boş bir yer bırakılır, gerekiyorsa yemekten hafif aç kalkılır. Sonra elinizin altında bulabileceğiniz en eski kıyafetler giyilir -yoksa üstünüzdekilerin değerine markasına bakılmaksızın- çorap üzeri bahçe terliği modası takip edilerek dutun yanına yumuşak yumuşak yanaşılır. Yanınızda çok yediğinizden yakınan ve sizi daha fazla yemeyesiniz diye göz hapsinde tutan birileri varsa, binbir bahane bulunarak kaşla göz arasında soluk dut ağacının yamacında alınır. Düzenli bir ritm ile koparılıp yenir, koparılıp yenir, aralarda aklınıza geldikçe de birkaç tane elinizdeki kaseye atılır. Seansın sonunda kasenizde elle tutulur sayıda dut olmadığını görürsünüz; el mecbur eve girene kadar onlar da hoppp mideye iner. Kendi bahçeniz bittiğinde ise, sokağın köşesinde yola taşmış, yerlere dökülen, sebil olan komşunun ağacını gözünüze kestirirsiniz. Yerlerde ezilip gidiyor insan kursağına gitsin bahanesi ile yine çorap üstü terlik modasına sadık kalarak üşenmez yola koyulursunuz. Söz konusu olan dut yemekse, dünya modası orada durur, "biri beni görür mü, ay üstüm permeperişan, saçlarımın şu haline bak, renk uyumum bile yok" diye düşünmez kendinizi dutun kollarına bırakırsınız. Önce itinayla dutun komşunun bahçesinde olan kısmına değil de sokağa taşan kısmına musallat olursunuz. Bahçe tarafında kalan kısım onlarındır, bu işin raconunda o tarafa dokunmamak gerekir; ama sokağa taşan kısım artık göz hakkıdır; sizin olur. Evet kabul ediyorum, yerken göz hakkını biraz kaçıracak olabilirsiniz ama olsun yerlerde ezileceklerine insan kursağına gitmeliler. Sonra eş dost arkadaşı toplayıp dört koldan girilir ağacın altına. İşte orada herkes tek başınadır artık; karı-koca-akraba-kardeş kavramları orada yok olur, gözler birbirini görmez. Çoğu zaman insan ancak midesindeki o acımasız ağrı ile kendine geldiğinde farkeder nasıl da kendinden geçtiğini.







Dut ağacına musallat olmak, yaşınız kaç olursa olsun çocuk olmaktır. Bir nebze olsun işi, gücü, hayat gailesini unutup kendini bambaşka bir dünyada özgürce uçarken bulmaktır. İşte tam da bu yüzden, bu dünyaya barış gelecekse dut ağaçlarının gölgesinde gelmelidir. Barışın simgesi olarak kullanılan zeytin dalı, dut ağacının yaşattığı huzurun yanında solda sıfır kalır. O yüzden, hiç bugüne kadar yapmadıysanız en kısa sürede bir dut ağacına musallat olup, dallarından çocuklar gibi umarsızca dut yiyin isterim. Yanınıza çocuklarınızı da alın. Onlar henüz hayatlarında hiçbir meyveyi dalından koparıp yeme şansını bulamamışlarken; manavda, markette kilosu astronomik rakamlara ulaşan dutu, özgürce, avuç avuç, yeme şansını verin onlara. Bırakın o huzur, o barış, o mutluluk, çocuk dimaklarına süzülsün içten içe. Kendilerini gerçekten çocuk gibi hissettikleri nadir zamanlardan birinde bırakın o dostluğu dut ağacının dalları arasında tatsınlar. Ağacı, yeri, göğü, doğayı, ve barışı orada, o ağacın kollarında tatsınlar.

Diyorum ya, dünyaya bir gün barış gelecekse dut ağaçlarının gölgesinde gelecek. İşte o çocuklar için, içindeki çocuğu dizginleyemeyen bizim gibiler için, ve barışa aç bu yaşlı dünya için dut ekin, dut ekittirin :)

3 Haziran 2016 Cuma

İzmir'de Hıdırellez ve Huzurlu Bir Mekanı Urla Pier Hotel


Uzun bir aradan sonra yine memleketim İzmir'deydim. Elimde biri 3.5 yaşında diğeri 3 aylık iki kız çocuk ile uçaktan İzmir'e indiğimde burnuma ilk gelen koku yanık anız kokusu oldu. Ohh miss diyerek içime çekerken havayı, kızım ise tanımadığı bu kokuyu hiç sevmemişti. Oysa ki ben ne anılara hangi yıllara gidivermiştim birden. Yeniden memlekette olmak güzeldi. Daha uçaktan iner inmez yüzüme kan gelmişti mutluluktan. İzmir ve çevresinde gezilip görülecek yerler blogunu başka bir yazıya bırakarak bu blogda sadece biraz memleket özleminden biraz da İzmir'in incisi Urla Çeşmealtı'ndaki huzurlu mekan Urla Pier Hotel'den bahsedeceğim.

Havalimanından direk Narlıdere'de mandalina bahçelerinin arasındaki baba evine geçtik. Mandalinaların büyük kısmını kesip yerine betondan kocaman bir okul dikmiş olmalarına, ne acıdır ki apartman dikmemiş oldukları için sevinir hale gelmiştik. Yine de kalan bir kısım mandalina ağacının bahçeye saldığı o ferah koku sayesinde burada olmakla ne kadar iyi bir şey yaptığımı bir kez daha anladım.

Evimin duvarları arasında anılarımla geçirdiğim birkaç gün sonrası önceden hesaplanmamış bir şekilde Hıdırellez'i de burada karşılıyor olmak paha biçilemezdi. Zira İstanbul'da bir gül ağacı bile bulamazken burada kapının önüne çıkmam yetiyordu. O kadar biriktirmişim ki koca bir kağıda tam 14 maddelik dileklerimi sıraladım; kendim, annem, teyzem, arkadaşlarım, kardeşlerim için dileyebileceğim herşeyi o kağıda döktüm. Döktüm dökmesine ama uykuya yenik düşüp yıllarca özlemini çektiğim ateş üzerinden atlama ritüelini gerçekleştirememenin pişmanlığını yaşarken birkaç saat sonra tesadüfen gittiğimiz Mavibahçe AVM nin ortasındaki yeşillik alanda kurulmuş festival standında kendimizi dans ederken bulacağımız aklıma gelmezdi.

Öncelikle belirtmem lazım ki İzmir'in "Forum" sonrası bu kalitede bir AVM ye ihtiyacı vardı. Çünkü Forum açıkhava olmasına rağmen dükkanların çok bitişik olması, yeşillik alanın çok az olması ve labirent şeklinde dizayn edilmiş olmasının verdiği dezavantajın yanısıra Mavibahçe, ortasındaki geniş, göz alabildiğine uzanan festival alanı ile tamamiyle fark yaratıyor ve insanı deniz kenarında bir yerlerde hissettiriyordu. İşte o festival alanına kurulan muazzam konser standı ve kaliteli ekibi ile bize tam bir Hıdırellez şenliği yaşatan AVM yönetimi, aynı zamanda kurdukları bir başka stantta bizlere şıngırdayan bel kemerleri, rengarenk tefler ve ziller dağıttılar. Onları da alıp roman havaları eşliğinde kendimizi çimler üzerinde oynayıp festivalin tadını çıkartırken bulduk. Emekleri için buradan da kendilerine teşekkür etmek isterim. İstanbul'dan sonra ilk defa provokasyon olmadan kutlanan/kutlanabilen bir hıdırellezin tadı tamamen başka. Festival videomuza da youtube kanalım kırmızı başlıklı mino üzerinden ulaşabilirsiniz.

Izmir'de ve çevresinde gezilecek diğer yerleri 19 mayıs tatilimizin konusu olarak bir başka yazıya bırakarak Urla'nın yolunu tuttuk. Hem bahçe içerisinde, temiz havada çocuklar keyifli bir tatil geçirsin istedik hem de biraz huzur bulup kafa dinlemek için burada saklanalım dedik. Urla...Şehre bu kadar yakın, tam bir cennet...Şehir merkezine otobandan mesafesi, normal bir hızla gittiğinizde neredeyse yarım saat...Düşünün, yeri geliyor, biz bu kadar sürede, İstanbul'da neredeyse evimizin kapısından TEM'e veya E5'e bağlanamıyoruz. Ama Urla öyle mi...Denizin kenarında bir uçtan diğerine uzanan bembeyaz bir gerdan gibi parlak, naif, sessiz, yumuşak...Hele ki haftaiçi oradaysanız sessizliği dinlemek vücut bulur denize sıfır çayhanelerinde. Sokakları o kadar sessizdir ki kimi zaman sesiniz size geri döner karşı ki minik adalardan. Yazın sokaklardan taşan o vıcık vıcık insan seli bir kenara, Urla esas bu mevsimde güzeldir. Havadaki o anız kokusu ile karşınızda tabak gibi uzanan denizi, bu mevsim dışında, bu şekilde yan yana göremezsiniz. Çeşmealtı'nda denizde narin narin salınan tekneler, inci bir kolye gibi süsler sahili. Fotoğraf tutkunları için gün batımının binbir rengi ve hali onları bekler. Denizin ortasına uzanan tahta iskelelere oturup karşınızda yavaş yavaş sönen güneşi izlemenin ve İstanbul'un o tozunu, pasını, kirini, gürültüsünü, stresini unutmanın tadını size ne kadar çabalasam da anlatamam. Güneşin adaların arkasında kaybolurken yerini hafiften serin bir rüzgara bırakmasını ve en nihayetinde bir iki saat sonra o rüzgarın da dinip havayı tertemiz bir kokunun kaplamasını ve o kokunun teninizde bıraktığı yumuşaklığı ancak Urla İskele'de yaşarsınız.


Bir de tesadüfen önünüze bir hayır lokmacısı denk gelirse, bir de İzmirli iseniz, çocukluğunuza dönüverirsiniz. İstanbullular hayır lokmasını pek bilmez. Bizim buralarda hayır için lokma döktürülür sokaklarda. Girersiniz kuyruğa, deli gibi bekler, bir fatiha okur, amin der, alırsınız lokmanızı. Böyle sulu sulu, şerbetli olur. Sonra çocuk aklı işte, dönersiniz kuyruğun sonuna, yine beklersiniz ki sıra size gelsin. İzdiham, birbirini itip kakan, sıraya ikinci kez giren haşarı çocuklara kızan insanlar göremezsiniz o kuyrukta. İzmir'deyseniz eğer, sokakların birinde muhakkak karşınıza çıkarlar. Tadını tarif edemem, sormayın. Sadece lokma tadı değildir çünkü damağınızda kalan; anılarınızdan kokular, tatlar da gelir beraberinde ağzınıza. Bir gün yolunuz İzmir'e düşerse, sokaklarında dolanarak biraz vakit geçirin; elbet bir sokak köşesinde rast geleceksiniz bu muhteşem tada. Ben de işte İskele'de, bir elimde büyük kızım, koynumda küçük kızım, öylesine aylak aylak dolanırken karşıma çıkıverdi lokmacı amcalar. Büyük kızımı kaptığım gibi kuyruğa girdik. İstedim ki hayatı boyunca nadiren yaşayabileceği bu deneyimi görsün, bilsin, yaşasın. Kızım tabii böyle bir şeye daha önceden hiç tanık olmadığından, niye sırada beklediğimizi, neden amin dediğimizi, ve dahası neden para ödemediğimizi anlayamadı. Ama o minik parmakları ile o lokmaların tadına bir kez varınca, istemsiz bir şekilde yeniden kuyruğa girme dürtüsünün etkisinde kaldı. Ellerimden paçamdan çekiştire çekiştire yeniden soktu beni kuyruğa. Bu sefer tecrübeliydi. Tüm ritüelleri yerine getirip ikinci lokmasını da kapınca yüzündeki aydınlığı görmeliydiniz.



Lokmalarımızı da afiyetle midemize indirdikten sonra sıra akşam yemeğine gelmişti. Akşam yemeği için nicedir yolumu düşürüp ziyaret etmek, lezzetleri yemeklerinin tadına mekanında bakmak istediğim, annemin eski iş arkadaşının yeri olan Urla Pier Otel'in restaurantında, deniz kenarından bir masa rezerve ettik. Güneş hafiften karşı adaların ardında inmeye başladığında biz de masamıza oturmuş, rakılarımızı söylemiş, mezelerimizi bekliyorduk. Öncelikle, bulundukları binanın eski ve taş mimarisini bozmadan içerisini olabildiğince modern ve temiz dekore ettikleri için kendilerini buradan bir kez daha kutlamak isterim. Onun yanında söylediğimiz mezelerin tazeliği ve kıvamı tam anlamıyla yerindeydi. Kalamar, birçok yerde rastlayacağınız gibi sert ve kayış gibi değildi. Belli ki birkaç evvel tutulmuştu. İstanbul'daki buzhane kalamarları ile kıyas bile götürmezdi. Deniz börülcesini çok fazla öldürmemiş olmaları ve zeytinyağının içerisinde hafif diri kalmalarını başarmış olmaları da onlara benden ekstra bir puan daha getirdi. Yoğurtlu mezelerin içerisinde kullandıkları has zeytinyağının tadı ve kokusu size kendinizi gerçekten bir Ege kasabasında hissettiren yegane şey olabilir. Seçmiş olduğumuz balıkların da mevsim ve olta balığı olması et kaliteleri konusunda onları bir adım öne taşıyor. Ancak tatlılar konusunda kendilerini geliştirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ortaya söylediğimiz fırında helva masaya geldiğinde çok sulu bir görüntüsü ve tadı vardı. Aslında sadece bu mekanın değil, bu çevredeki hemen hemen tüm mekanların fırında helva konusunda birkaç kez İstanbul'a gelip, buradaki mekanlardan püf noktalarını öğrenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Mekanda hizmet eden garsonların seviyesi, hızı, kalitesi ve ilgileri konusunda kesinlikle bu mekana tam not verebilirim. Özellikle, değiştirilmesi gereken tabakların veya doldurulması gereken bardakların anında, biz söylemeden, değişiyor ve yenileniyor olması kayda değer. Bu malesef birçok mekanda aslında göremediğimiz bir nokta. Bazıları mekanın doluluğundan, bazıları yetersiz garson sayısı ile çalışmalarından, bir kısmı da hizmetin bu aşamasını pek önemsemediklerinden, çoğunlukla kendinizi garsonların peşinde koşturur bir halde bulursunuz. Rahatsızlık verici bu durum, genelde benim mekandan soğumama ve neredeyse yemeği tamamlayamamama sebep olur. Mekan aynı zamanda üst katlarında yapılan zevkli dekorasyon sonrası butik otel olarak da bizlere temiz bir konaklama imkanı sunuyor. Tüm bunlar ışığında mekana vereceğim not 10 üzerinden 8.

Bir gün yolunuz düşerse Urla'yı gezmeden, sahillerinde dolaşmadan, gün batarken yemek yiyip kadeh tokuşturmadan dönmeyin derim.

Urla Pier
Adres: İskele Mahallesi 2126 Sokak No:17 Urla / İzmir
Tel: 0232 752 20 30

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Garipçe Bir Yer



Adı gibi garip; garipleşmiş...Garipçe bir yer...Bilim-kurgu filmlerinden fırlamışçasına çift başlı, güzel yüzlü, ve ucubik...Yıllar öncesinde, pırıl pırıl denizinin dibinde fotoğraf çektirdiğim, yıllar sonra aynı yerde gözlerimin dolduğu bir garip mahvoluş...Gökyüzünün uçsuz bucaksızlığını yırtarcasına arşa kafa tutan devasa beton birikintisinin, bu eşsiz manzaranın ortasındaki manasızlığının ironisi...

Öte yandan adının hissettirdikleri gibi bir garip umut; trafikteki eziyetin sonlanmasına dair...Aksini bile bile, yine de ummak kesilen ağaçların yerine yenilerinin geleceği ihtimalini...İçindeki tüm zehri kusan bir canavar gibi iğrenç ve çaresiz...

Bu kadar kötülüğün arasında yine de ayakta kalmaya çalışan bir balıkçı köyü, Asmaaltı'nda evinizin minik salonunda oturmuşcasına rahat, huzurlu bir kahvaltı keyfi ve herşeye rağmen henüz bozulmamış mis gibi bir hava...

Yani bir yanı yeşil, bir yanı mavi, bu tabloda en olmayacak yeri; tam da ortası gri, çirkin, beton, pis; işte öyle garip bir yer olmuş Garipçe...

21 Nisan 2016 Perşembe

Adanalı Yusuf Usta



Canınız çok lüks olmayan bir mekanda hemen oturup kebap mı yemek istedi? Yolunuz Avcılar tarafına mı düştü? Karnınız zil mi çalıyor? Lüks, şatafat, ekstrem hesaplarla işiniz mi yok? Etin tadına mı varmak istiyorsunuz? O zaman Adanalı Yusuf Usta tam da aradığınız mekan. Adanaları kimine göre yağlı olarak nitelendirilebilir ama etin kalitesi ve içerisinde olması gereken yağ oranı tam da olması gerektiği gibiydi. Benim gibi kuru değil de sulu sulu ağza gelen et severlerden tam not alacağına eminim. Canımız yolda kanat çektiğinden de ortaya iki porsiyon kanat söyledik. İtiraf ediyorum kanat konusunda Kanatçı Muhtar'ın eline su dökemez ama kendilerini geliştirebilirler. Eni sonu iki saniye içerisinde tüm kanatlar bitmişti :) Bir İzmirli olarak çöp şişi de İzmir'deki gibi kimse yapamaz ama burası da o seviyeye erişmişti diyebilirim. Sos konusunda kendilerini geliştirmeleri gerekiyor ama bu şekliyle bile güzel bir puanı hak ediyorlar. Servis ve hizmete gelince, sahibinin bizatihi kendisinin masamıza kadar gelişi, çocuklara şeker ikram edişi, garsonların güleryüzlü, saygılı ve doğru hizmet anlayışları ile etlerin tadı birleşince mekana puanım 7 olabilir. Puan size biraz az gelebilir ama menülerindeki etler konusunda kendilerinden daha başarılı mekanlar olduğundan, onların da hakkını yememek adına, kendilerine bu puanı uygun buldum. Ama kesinlikle mekan, hizmet ve yemek kalitesi konusunda gidilesi, görülesi bir mekandır :) Birgün muhakkak uğrayın derim :)


Adres: Ambarlı Dolum Tesisleri Yolu No:14 (Zorlu Holding Karşısı) Avcılar İstanbul
Tel: 0212 422 89 54



11 Nisan 2016 Pazartesi

Olta Balık Restaurant Silivri



Pazar günü evliliğimizin altıncı yılını kutladık. Kutlama yemeğimiz için de maaile geçen sene yakın arkadaşlarımız vasıtası ile keşfettiğimiz Silivri sahildeki Olta Balık'a gittik. İlk gittiğimizde baharın sıcacık havasının da etkisiyle bahçede çimlerin üzerinde oturup yemek yemiştik ama bu sefer hem yanımızda iki aylık bebeğimizin olması hem de havanın bir nebze soğuk olması sebebiyle içeride oturmayı tercih ettik. Hizmet, garsonların güleryüzü ve hızı, özellikle meze olarak sipariş ettiğimiz beyaz peynirin bir büyük kalıp şeklinde bonkörce sunuluyor olması, ve diğer soğuk/sıcak mezelerin lezzeti ile yine doğru bir karar verdiğimizi anlamış olduk :) Tabii mezelerle o kadar çok yemişiz ve doymuşuz ki balığa bu sefer yer kalmadı malesef. Ama ilk seferimizde yediğimiz balığın tazeliği, tadı hala damağımızda. Yemek kalitesi, hızı, temizliği ve ilgileri ile kesinlikle havaların güzelleşmeye başladığı bu günlerde yolunuzu Silivri'ye düşürün ve Olta Balık'a uğrayın derim. Mekana bu anlamda puanım 10 üzerinden 9 :)


Adres: Piri Mehmet Paşa Mah Hüseyin Tufan Sok Eski Mezba Binası No:2 Silivri
Tel: 0212 728 42 33

17 Mart 2016 Perşembe

Seyahat Ederken Koşudan da Vazgeçemeyenlere: Yurtdışı Koşu Parkurları


Siz de yurtdışı seyahatlerinizde en çok koşu yapmayı özlüyorsanız ve valizinizde muhakkak bir spor ayakkabısı, koşu taytı/şortu ve koşu t-shirt ü taşıyorsanız, ve "ben koşu bandını sevmem outdoor olsun şöyle içim açılsın" diyorsanız; o zaman bu yazım tam da size göre. Sizler ve aynı zamanda kendim için yurtdışındaki bazı şehirlerin koşu parkurlarını internetten araştırdım ve derledim. Buyrun listemiz aşağıdadır efendim....

* ölçüler mil ve feet şeklindedir.

BARCELONA KOŞU PARKURLARI

Collserola Nord

  • Mesafe  11.0 mi
  • Eğim  2,325 ft

Parc de la Ciutadella

  • Mesafe  3.0 mi
  • Eğim  259 ft

Jardí Botànic

  • Mesafe 2.3 mi
  • Eğim 424 ft

Forat del Vent

  • Mesafe 8.4 mi
  • Eğim 1,130 ft

La Playa

  • Mesafe 5.1 mi
  • Eğim 339 ft

Barcelona Sightseeing

  • Mesafe 5.9 mi
  • Eğim 529 ft

Torre Baró

  • Mesafe 3.8 mi
  • Eğim 461 ft

Park Güell

  • Mesafe 1.6 mi
  • Eğim 477 ft

Collserola

  • Mesafe 8.8 mi
  • Eğim 1,926 ft

Carretera de les Aigües

  • Mesafe 4.1 mi
  • Eğim 925 ft

PARİS KOŞU PARKURLARI

Boucle Notre Dame par le Lac Daumesnil

  • Mesafe 8.3 mi
  • Eğim 642 ft

 Jardin des Tuileries & Champs-Élysées

  • Mesafe 3.0 mi
  • Eğim 318 ft

 Boucle du Bois de Vincennes

  • Mesafe 4.2 mi
  • Eğim 157 ft

 Boucle de la Tour Eiffel

  • Mesafe 1.6 mi
  • Eğim 177 ft

 Boucle de la Seine Ouest

  • Mesafe 10.2 mi
  • Eğim 774 ft

 Au coeur du Bois de Boulogne

  • Mesafe 6.2 mi
  • Eğim 297 ft

 Boucle du Jardin du Luxembourg

  • Mesafe 1.3 mi
  • Eğim 125 ft

 Duo Parc Montsouris / Cité Universitaire

  • Mesafe 1.7 mi
  • Eğim 164 ft

AMSTERDAM KOŞU PARKURLARI

Vondelpark

  • Mesafe 2.1 mi
  • Eğim 81 ft

River Amstel

  • Mesafe 6.5 mi
  • Eğim 320 ft

Westerpark

  • Mesafe 3.6 mi
  • Eğim 99 ft

Amsterdamse Bos

  • Mesafe 6.1 mi
  • Eğim 211 ft

Amsterdam Noord

  • Mesafe 8.3 mi
  • Eğim 279 ft

Amsterdam Half Marathon

  • Mesafe 13.3 mi
  • Eğim 461 ft

Amstel Short Loop

  • Mesafe 3.6 mi
  • Eğim 160 ft

Ouderkerk aan de Amstel

  • Mesafe 12.5 mi
  • Eğim 222 ft

LONDRA KOŞU PARKURLARI

River Thames Sightseeing Tour

  • Mesafe 5.9 mi
  • Eğim 533 ft

"Escape the City" Thames Run

  • Mesafe 12.3 mi
  • Eğim 299 ft

Four Royal Parks

  • Mesafe 6.5 mi
  • Eğim 304 ft

Richmond Park

  • Mesafe 7.2 mi
  • Eğim 378 ft

Hampstead Heath

  • Mesafe 3.6 mi
  • Eğim 400 ft

East London Towpaths

  • Mesafe 6.2 mi
  • Eğim 183 ft

Regent's Park

  • Mesafe 3.3 mi
  • Eğim 213 ft

Bushy Park

  • Mesafe 6.1 mi
  • Eğim 152 ft

Victoria Park

  • Mesafe 4.8 mi
  • Eğim 187 ft

Battersea Park

  • Mesafe 1.8 mi
  • Eğim 63 ft

MİLAN KOŞU PARKURLARI

Montestella

  • Mesafe 3.8 mi
  • Eğim 317 ft

Parco Sempione

  • Mesafe 2.2 mi
  • Eğim 164 ft

Parco di Trenno

  • Mesafe 8.5 mi
  • Eğim 295 ft

Giardini Pubblici

  • Mesafe 2.5 mi
  • Eğim 186 ft

Stramilano 10km

  • Mesafe 6.2 mi
  • Eğim 446 ft

Idroscalo

  • Mesafe 3.7 mi
  • Eğim 119 ft

Parco Forlanini

  • Mesafe 2.3 mi
  • Eğim 92 ft

SIDNEY KOŞU PARKURLARI

Spit to Manly Return

  • Mesafe 11.1 mi
  • Eğim 686 ft


Iron Cove (Bay Run)

  • Mesafe 4.3 mi
  • Eğim 270 ft

Harbour Bridge - Mrs. Macquarie's Chair - Opera House

  • Mesafe 7.6 mi
  • Eğim 879 ft

Bondi to Coogee Return

  • Mesafe 9.5 mi
  • Eğim 1,548 ft

Lane Cove National Park

  • Mesafe 6.4 mi
  • Eğim 518 ft

Cremorne Point

  • Mesafe 1.9 mi
  • Eğim 282 ft

Centennial Park

  • Mesafe 2.3 mi
  • Eğim 77 ft

North Head Loop

  • Mesafe 1.8 mi
  • Eğim 335 ft

SAN FRANCISCO KOŞU PARKURLARI

Crissy Field to Hopper's Hands

  • Mesafe 3.2 mi
  • Eğim 48 ft

Golden Gate Park

  • Mesafe 6.9 mi
  • Eğim 427 ft

Embarcadero

  • Mesafe 5.0 mi
  • Eğim 126 ft

Marin Headlands

  • Mesafe  8.4 mi
  • Eğim 1,912 ft

City Loop

  • Mesafe  16.1 mi
  • Eğim 1,224 ft

Presidio Trail Run

  • Mesafe  5.4 mi
  • Eğim 603 ft

Double Dipsea

  • Mesafe  14.2 mi
  • Eğim 4,298 ft

Golden Gate Bridge

  • Mesafe  6.1 mi
  • Eğim 446 ft

Ninja Loop

  • Mesafe  11.5 mi
  • Eğim 2,266 ft

Northside Loop

  • Mesafe  8.3 mi
  • Eğim 1,143 ft

NEW YORK KOŞU PARKURLARI

The Central Park Loop

  • Mesafe 6.0 mi
  • Eğim 392 ft

Central Park Reservoir

  • Mesafe 1.5 mi
  • Eğim 9 ft

Hudson River Path

  • Mesafe 15.9 mi
  • Eğim 269 ft

Prospect Park

  • Mesafe 3.4 mi
  • Eğim 122 ft

Brooklyn & Manhattan Bridges

  • Mesafe 5.9 mi
  • Eğim 343 ft

Lower Manhattan Loop

  • Mesafe 9.9 mi
  • Eğim 131 ft

East River Bridges

  • Mesafe 12.2 mi
  • Eğim 310 ft

East River Path & Randall’s Island

  • Mesafe 10.2 mi
  • Eğim 357 ft

Van Cortland Park

  • Mesafe 3.1 mi
  • Eğim 108 ft

Clove Lakes Park

  • Mesafe 5.7 mi
  • Eğim 390 ft

BERLIN KOŞU PARKURLARI

Volkspark Friedrichshain

  • Mesafe 3.6 mi
  • Eğim 283 ft

Tiergarten

  • Mesafe 4.2 mi
  • Eğim 177 ft

Tegeler Forst

  • Mesafe 6.6 mi
  • Eğim 529 ft

Rohrbruchpark

  • Mesafe 10.7 mi
  • Eğim 604 ft

Sightseeing - Berlin West

  • Mesafe 8.0 mi
  • Eğim 441 ft


Schlosspark Charlottenburg

  • Mesafe 2.3 mi
  • Eğim 105 ft

Am Ufer des Landwehrkanals

  • Mesafe 4.1 mi
  • Eğim 179 ft