Yolculuğumuza Gaziantep’ten, Kommagene Uygarlığı sınırlarının içerisinde olmasa da, sınırlarının yakınlarına kadar uzandığı, “Doğu’nun Parisi” diye adlandırdığımız o inci şehirden başladık. Gece yorgun argın eve varmış olmanın ve tatile çıkmış olmanın verdiği rehavetle akşam şöyle derin bir uyku uyuduktan sonra sabah sisli bir Antep sabahına uyandık. Pencereden kafamı uzatıp baktığımda burnumun ucunu bile görmemi engelleyen koyu, pamuk gibi bir beyazlığın tam ortasında buldum kendimi. Tam anlamıyla inanılmaz ve tarif edilemezdi. Yüreğimi, yaptığı planları suya düşmüş bir çocuğun burukluğu kaplayıverdi aniden. Günün gezi, yeme, içme, fotoğraflama planları kötü hava şartlarına yenik mi düşüyordu ne...Apar topar üzerimizi değiştirip tatil için bize katılacak olan arkadaşlarımızı havalimanından almak üzere yollara düştük. Evin önüne çıktığımda yüzüme çarpan soğuk hava içimdeki endişelerin artmasına sebep oldu. Arabaya bindiğimde üşüyen parmak uçlarımı sevgilimin o sıcacık avuçları arasında ısıtmaya çalışırken cama düşen yağmur damlaları içimdeki endişeyi doruk noktasına taşıdı. Korkumu, burukluğumu daha fazla içimde taşıyamayıp bir anda konuşmaya başladım; arabadaki sessizliği uykulu ve paslı sesim yırtıp geçti. “Şansa bak yaaa gezemeyecek miyiz şimdi” diye söylendim kendi kendime camdan dışarı bakarken; sesimin bu kadar yüksek ve ağlamaklı çıktığını farketmemiştim. “Canım birkaç saate düzelir meraklanma” diye uyandığımdan beri endişe ile cayır cayır yanan yüreğime su serpti sevgilim. Koşulsuz ona inanmaya ve anın tadını çıkarmaya karar verdim. En nihayetinde işin özü tatildeydik; bu durumun kendisi bile mutlu olmak için yeterli bir sebepti.
Arabayla
havalimanına doğru yol alırken, geçtiğimiz semtler, o semtlerde görsel
hafızamla yakaladığım değişiklikler, arabadaki sessizliği nadiren
böldüğümüz “aaa buraya şunu yapmışlar, baksana ne kadar değişmiş, burayı yıkmışlar”la
başlayan ve devam eden kısa cümleler ve tüm o değişikliklere eşlik
edercesine gözümde canlanan anılar suskunluğuma sessizlik katarken
çoktan havalimanına geldiğimizi farkettim. Uçak, hava şartları yüzünden
gecikmeli inecekti. Kontağı kapatıp arabada beklemeye başladık. Uykum
yavaş yavaş açılıp dilim çözülmeye başlarken karnımdaki canavar da
uyanmaya hazırlanıyordu. Midemin kazındığını hissettim.
Yarım
saate yakın bir bekleyişten sonra uçağımız alana inmiş, hava bir nebze
olsun düzelmiş, ve çıkış kapısında arkadaşlarımızla buluşabilmiştik.
Yüzümüzün her bir santimini kaplayan kocaman gülümsemelerimizle gezimize
başlamak üzere eve doğru yol aldık. Bugün kısa ve kompak bir gün
olacaktı ve kahvaltıya evde başlayacaktık.
Eve
vardığımızda sofrada bizi Antep peyniri, yeşil çizik zeytin, süt
kaymağı, tırnaklı ekmek ve kübban ekmeği, bol baharatlı ev sucuğu ve
kahvaltı sofralarının diğer vazgeçilmezleri karşıladı. Bir buçuk saate
yakın kahvaltı sofrasından kalkmayıp tıka basa karnımızı doğurduktan
sonra anladık ki bu gezi tam anlamıyla bir gurmeturizmi olacaktı.
Kahvaltı
sonrası fotoğraf makinalarımızı da aldığımız gibi yollara düştük. İlk
durağımız, restorasyonu yeni tamamlanmış ve içerisi bir müzeye
dönüştürülmüş Antep Kalesi oldu. Kalenin girişi de çıkışı da aynı
kapıdan sağlanmıştı. Kapıdan girdikten ve biletleri alıp turnikelerden
geçtikten sonra yerleri kırmızı halı ile kaplanmış uzunca bir yolda
ilerlemenizi sağlayan ve başkaca yerlere sapmanızın engellendiği, yol
boyunca da çeşitli kabartmalar ve görsellerle Gaziantep’in tarihinin
anlatıldığı bir müze olarak tasarlamışlardı kalenin içini. Yol kalenin
tamamını dolaşmasa da yine de görsel anlamda kısa ama keyifli bir
yolculuktu diyebilirim.
Kaleyi
bitirdikten sonra, günü çok fazla yorulmadan atlatabilmek için,
rotamızı Bakırcılar Çarşısına doğru çevirdik. Kale ile aynı ada
içerisinde yer alan Bakırcılar Çarşısı bizim için olmasa da
arkadaşlarımız için enteresan bir deneyim olmuştu. Çarşı içerisinde
yavaş yavaş dolaşırken kapı önlerinde bakır işleyen, küçük dükkanları
içerisinde ney üfleyen esnafları fotoğraflamaya çalışıp el emeği ile
özenle işlenmiş o bakırlara göz gezdirdik.
Çarşının
sonunda Tütün Hanı’nı da ziyaret edip hem soluklanmak hem de
tabanlarımızı dinlendirmek için Elmacı Pazarı yakınındaki Tahmis
Kahvesinde soluğu aldık. Tahmis Kahvesi, 1635 yılından beri hizmet
veren, içeriye girdiğiniz andan itibaren sizi eski semt kahvelerinde
hissettiren, iyi bir makinanız varsa mükemmel fotoğraf kareleri
yakalayabileceğiniz dinlendirici bir mekan. İçerisine tarihin kokusu
sinmiş böyle bir mekanda yöresel lezzetleri tatmamak olmaz deyip kendime
bir menengiç kahvesi söyledim. Benimle beraber diğer arkadaşlar da
menengiç kahvesi söylediler. Gezimizin bir başka gününde yine
soluklanmak için Tahmis Kahvesinde mola verdiğimizde yeşil elma çayı ve
zahter çayını da deneme fırsatımız oldu. Çay ve, böylesi keskin ve
belirgin tatlarla pek aram olmadığından sadece yeşil elma çayını denemek
ve zahter çayından bir yudum almakla yetindim. Diyebileceğim şu ki
Tahmis Kahvesine geldiğinizde bu tadları muhakkak denemelisiniz.
Çıkarken muhakkak bu lezzetlerden birer kutu alıp yanınızda
getireceğinize dair şimdiden yemin edebilirim J
Yeteri
kadar dinlendiğimize ve benim yeteri kadar fotoğraf çekmiş olduğuma
kanaat getirdikten sonra, bir sonraki durağımıza, Dürümcü Recep Usta’ya
doğru yolumuza koyulduk. Daha sabah yediklerimiz burnumuzda dururken
Recep Usta’nın kapısından içeri adımımızı atar atmaz bizi kendimizden
geçiren o muhteşem nohut kokusu ile karşılaştık. Ne kadar tok olsam da
bu lezzete hayır diyemezdim; demedim de J
Hem hamilelik sebebiyle hem de kişisel olarak acıdan fazla haz
almadığım için kendi nohut dürümümü acısız sipariş ettim. Dürümlerimizi
bitirdiğimizde bu vazgeçilmez lezzet ile midelerimiz bayram yaparken
haddinden fazla yemiş olmanın verdiği rehavetle her birimiz masanın bir
köşesine yıkılıp kaldık J O an hepimizin aklından geçen akşam yemeğini nasıl yiyeceğimizdi J Malum, akşam yemeğimizi annem Emel Sultanın o eşsiz lezzetleri eşliğinde yiyecektik ve o masada asla doydum demek, yemek tırtıklamak olmazdı J
Onca
yemek sonrası, akşam bir de enfes yuvalama eşliğinde biber
dolmalarımızı ve lahmacunlarımızı da mideye indirip çay faslına
geçtiğimizde çoktan tükenme sınırına gelmiştik J
Akşam
odalarımıza çekildiğimizde içimizde huzur, midemizde tüm gün
yediklerimiz, yüreğimizde tarif edilemez bir mutlulukla uyuyakaldık.
Ertesi gün için hepimiz hazır ve nazırdık. Sabah erkenden Peygamberler
Şehri Urfa için yola koyulacaktık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder